CHAT - SOHBET

8 Şubat 2008 Cuma

Kediler Hep Dört Ayak Üzerine Düşmüyor.!

Kediler Hep Dört Ayak Üzerine Düşmüyor.!


Kedilerin toplum arasındaki yaygın kanıya karşın her zaman dört ayakları üzerine düşmedikleri, 6-8 metre veya daha yüksekten düşmenin, kediler için de ölümcül olduğu bildirildi. Uludağ Üniversitesi (UÜ) Veteriner Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Nilüfer Aytuğ, kedilerin kuşları ve kelebekleri kovalamayı çok sevdiğini, yere güvenli şekilde ineceklerinden de emin oldukları için çok yükseklere bile çıkmaktan çekinmediklerini söyledi.Aytuğ, diğer canlılara oranla oldukça çevik yapıya sahip kedilerin, toplum arasına yaygın olan kanının aksine, her zaman dört ayaklarının üzerine düşmediklerini belirterek, “Kediler belli yüksekliklerden düştüklerinde hakikaten dört ayakları üzerine düşüyorlar. Yükseklik dendiğinde de 2 katlı binanın yüksekliğini kastediyoruz. 6-8 metre veya daha yüksekten düştüklerinde yaralanmalar oluyor, kırıklar şekilleniyor, hatta ölümcül sonlarla karşılaşılabiliyor” dedi.Yüksek Apartmanlar RiskliKedilerin özel iskelet yapıları sayesinde havada çok süratli bir şekilde pozisyon değiştirebildiklerini, iç kulakta bulunan sıvı sayesinde de dengelerini kolayca sağlayabildiklerini ifade eden Aytuğ, şunları kaydetti:“Bu refleksleri yaklaşık 3-4 haftalıkken gelişiyor. 2 aylık bir kedi ikinci kattan düştüğünde dört ayak üstüne düşer hale geliyor. Ama kediler, daha yüksekten düşmeleri halinde yine vücutlarına doğru pozisyonu vermeye çalışıyorlar, fakat yere indiklerinde bacaklarına binen basınç kırıkların oluşmasına neden oluyor. Günümüzde kediler apartmanlarda besleniyor. Bu nedenle yüksekten düşme tehlikesiyle karşı karşıya kalıyorlar.”Kediler yüksekten düşünce bir şey olmadığının sanıldığına dikkati çeken Aytuğ, şöyle devam etti:“Bazen yüksekten düştüğünde sanki kedide bir şey yokmuş gibi algılanıyor. Ama, iç kanama geçiriyor olabilirler. Düşmenin etkisiyle diyaframları veya karaciğerleri yırtılıyor. Aniden ölebiliyorlar. Bu yüzden mümkün olduğu kadar düşmemeleri için gayret sarf edilmeli. Evlerin camları kapalı tutulmalı, açık olduğunda da sineklik takılmalı.”

BİZONLAR VE VAHŞİ ATLAR AYAKTA KALMAYI BAŞARDI


BİZONLAR VE VAHŞİ ATLAR AYAKTA KALMAYI BAŞARDI
Bölgedeki iklim değişikliği otlak arazilerin yerini çamların almasına neden oldu. çamlar çimlerin yerine geçince, hayvanlar için uygun otlaklar ortadan kayboldu.
Bu durum mamutlar, vahşi atlar, vahşi geyikler ve bizonlar için de geçerliydi, ancak Guthrie, bizonların ve geyiklerin buna uyum sağladığını ve ayakta kalmayı başardığını vurguluyor; “İlk insanların kıtaya ayak basmasından bin yıl sonra dahi vahşi geyikler ve bizonlar yaşamlarını sürdürüyordu.”AŞIRI AVLANMA HALA GEÇERLİ BİR SAVDinozorların soyunun tükenmesi gibi, mamutların da yokolması bilim dünyasında en çok tartışılan konulardan biri. Son çalışma Amerika kıtasının kuzey bölümleri için önemli ipuçları içeriyor olsa da, birçok bilim insanı yeryüzünün diğer bölgelerinde bu hayvanların soyunun insanların avlanmasından dolayı tükendiğini savunmaya devam ediyor. Yeni tezin kıtanın güneyinde Texas, Arizona gibi bölgelerindeki tükenmeleri açıklayamadığı da dile getiriliyor. Bu nedenle kimi uzmanlar insanoğlunun aşırı avlanmasının da mutlaka bir etken olduğu görüşünde.Kaynak: New Scientist

Mamutların Katili Küresel Isınma


Mamutlar ve vahşi atların 12 bin yıl önce Buz Çağından hemen sonra kısa bir süre içinde soyları tükenmişti. Bilim dünyasında mamutlara da dinozorlar gibi yüksek sempati duyuluyor.

İlk insanların, 12 bin yıl önce Sibirya’dan Bering Boğazı’nı aşarak Kuzey Amerika’ya ayak bastıkları varsayılıyor. Mamutlar ve vahşi atların da yaklaşık olarak 11 bin 500 ila 12 bin 500 yıl önce yok oldukları düşünüldüğünde, bu türlerin insanların aşırı avlanmasına kurban gittiği fikrine ulaşılıyordu. Uzmanlar, soyları tükenen eski memelilerin yerini bugünkü modern türlerin aldığını düşünüyor.
Araştırmada, Amerika kıtasının en kuzey bölgelerinden 9 ila 18 bin yıllık bizon, antilop, vahşi geyik ve insan fosillerini incelendi. Yeni tezi ortaya koyan Guthrie, bizon ve vahşi geyik popülasyonlarının 12 bin yıl öncesinde sanıldığı gibi açlık yaşamadığını, hatta daha fazla üreme şansı yakaladıklarını ifade ediyor. Halbuki fosiller bu türlerin insanlar tarafından vahşi atlar veya mamutlara göre daha avlandığını gösteriyor. O halde vahşi geyiklerin ve bizonların tüm zorluklara karşın hayatta kalmaları nasıl açıklanıyor?AŞIRI AVLANMA OLASILIĞI DÜŞÜKGuthrie’nin buna yanıtı şöyle: “İlk insanları bulabildikleri tüm hayvanları avlıyordu, at eti ilk zamanlarda bizon etinden daha çok tercih edildiği için bir süre atlara yönelmiş olabilirler, ancak mamut veya atların insanlarca avlandığını gösteren fazla kanıt yok. Oysa insanların yaşadığı bölgeler bizon ve vahşi geyiklerin kalıntılarıyla dolu.

”BULAŞICI HASTALIK İHTİMALİ YOK
Guthrie, mamut ve vahşi atların insanlar tarafından soyları tükenecek kadar öldürülmüş olamayacağını, bu hayvanların yok olmasının bir başka nedeni olduğunu belirtiyor. Guthrie, ayrıca fosil kalıntıların büyük bir salgın hastalığın soyların tükenmesine neden olmuş olabileceği tezini desteklemediğini ifade ediyor ve ekliyor; “Zira büyük bir salgın hastalık türlerde ani bir yokoluş olarak ortaya çıkardı, ayrıca vahşi geyik ve bizon gibi virüsü bulaşması muhtemel hayvanlar da böyle bir bulgu yok.
”ISI DEĞİŞİMİ OTLAKLARI DEĞİŞTİRDİGuthrie,
Amerika kıtasının kuzeyinin 13 bin ila 11 bin yıl öncesinde önemli bir iklimsel dönüşüme sahne olduğunu vurguluyor; “Bu dönemde hayvanların vücut boylarının değiştiğini görüyoruz, ısı değişimi olduğu biliyoruz ve tam bu sırada insanlar kıtaya ayak bastı. 13 bin yıl önce hayvanların besin değeri yetersiz kuru otları yediğini düşünüyorum. Sonrasında Alaska ve Yukon bölgesi ısınınca ırmaklar şişti, otlar yeşerdi; bizonlar ve vahşi geyikler daha iyi beslendi daha hızlı ürediler.”

Yavru arıların gelişim aşamaları

Yavru arıların gelişim aşamaları


Elbette ki koza örmede kullanılan ipeğin oluşmasını; hareket bile etmeyen, bakımı başka canlılar tarafından sağlanan, göremeyen, duyamayan, sadece çok basit yaşamsal fonksiyonlara sahip olan larvanın kendisi sağlamış olamaz. Böyle bir şeyin iddia edilmesi elbette ki bilimsellikten ve akılcılıktan uzaklaşmak olacaktır. Çünkü bu iddia arı larvasının kimyasal madde oluşturabilecek bilgilere sahip olduğu, matematiksel hesaplar yapabildiği gibi çıkarımların kabul edilmesi demektir. Bu ise bilimsel olmaktan çok hayali bir iddia olacaktır.
Yalnız burada vurgulanması gereken son derece önemli bir nokta vardır. Söz konusu canlı şuur sahibi bir canlı olsa da değişen bir şey yoktur. Çünkü hiçbir canlının kendi vücudunda var olmayan bir sistemi kendi kendine oluşturması söz konusu değildir. Örneğin insan, doğadaki akıl sahibi yegane varlıktır. Ama buna rağmen bir insanın çok basit formüllü de olsa bir kimyasal madde üretimini sağlayacak sistemleri kendi vücudunda oluşturması mümkün değildir. Bu durumda akıl ve bilinç sahibi insanların yapamayacağı bir şeyi bir böceğin yapabileceğini iddia etmek de kesinlikle akla ve mantığa sığmayacak bir davranıştır.
"Larvanın koza üretiminde kullandığı ipek nasıl meydana gelmiştir?" sorusunun cevabını verebilmek için öncelikle ipeği oluşturan maddeleri tekrar hatırlayalım. Bunlardan biri olan fibroin; glikol, lösin, arjinin ve tirozin maddelerinin belirli oranlarda birleşmesiyle meydana gelen bir maddedir. İpeği oluşturan maddelerden başka biri olan serizin ise serin, alanin ve lösin'in çok hassas yüzdelerde biraraya gelmesiyle oluşur. Arı larvalarının koza örerken kullandıkları ipeğin yapısındaki maddeler sadece bu kadar değildir. Bundan başka mum, yağ ve reçine gibi maddeler de ipeğin yapısında bulunmaktadır.
Görüldüğü gibi ipeğin oluşması için çok sayıda maddenin belirli oranlarla biraraya gelmesi gerekmektedir. Bir deney yapalım ve ipeği oluşturan maddelerden en basit yapılı olanını ele alarak bu maddenin kendi kendine oluşmasını bekleyelim. Ne kadar beklersek bekleyelim, ne gibi işlemler yaparsak yapalım sonuç asla değişmeyecektir. Ve günlerce, aylarca, yıllarca hatta milyonlarca yıl boyunca beklense de, değil bu maddelerden tek bir tanesi, bu maddeleri oluşturan atomlardan tek bir tanesi bile tesadüfen oluşamayacaktır. Bu durumda koza örmede kullanılan ipeği oluşturan maddelerin her birinin tesadüfen ortaya çıktığını ve daha sonra yine tesadüfen biraraya gelerek ipek oluşturduklarını iddia etmekse tamamen akıl ve mantık ölçülerinden uzaklaşmak olacaktır.
İpeğin oluşumu bir arının yumurtadan çıkıp, uçabilir hale gelmesi için gerekli olan pek çok mekanizmadan sadece bir tanesidir. Larvanın arıya dönüşebilmesi için bütün mekanizmaların aynı anda bir bütünlük içinde çalışması gereklidir. Herhangi bir eksiklik arının gelişememesine yani, ölümüne neden olacaktır. Bu da arı neslinin zaman içinde yok olması demektir. Bu durumda varılan sonuç, arıların evrimcilerin iddia ettikleri gibi zaman içinde kendiliklerinden ortaya çıkmadıkları, bir anda tüm sistemleriyle birlikte var olduklarıdır. Bu da arıların bir Yaratıcı tarafından yaratıldıklarını bize gösterir. Bu Yaratıcı tüm evrene hükmeden, üstün bir aklın sahibi olan Allah'tır.
Arıların ne gibi özelliklere sahip olmaları gerektiğini belirleyen ve bunların tümünü eksiksiz bir şekilde onlarda var eden, larvaya nasıl koza öreceğini ilham eden, kısacası arıların her hareketine hükmeden Allah'tır.

İşçi Arıların Larvalara Uyguladıkları Titiz Kontrol


İşçi Arıların Larvalara Uyguladıkları Titiz Kontrol
Kraliçe arının büyük bir hassasiyetle hücrelere yerleştirdiği arı yumurtaları yaklaşık 3 gün içinde gelişirler. Bu sürenin sonunda hücrelerden beyaz kurt şeklindeki arı larvaları çıkar.1 Yumurtadan çıkan bu canlıların gözleri, kanatları ve bacakları yoktur. Dış görünüş olarak balarısına hiç benzemezler.
İşçi arılar bu yeni doğmuş larvaları son derece dikkatli ve özenli bir şekilde beslerler. Öyle ki tek bir larvanın büyüme dönemi boyunca yaklaşık 10.000 kere işçi arılar tarafından ziyaret edildiği tespit edilmiştir.2 Larvalar yumurtadan çıktıktan sonraki ilk üç günleri boyunca arı sütü ile beslenirler. Larva dönemi arıların sürekli beslendikleri ve beden olarak en çok geliştikleri dönemdir. Arı larvaları bu dönemdeki düzenli beslenme sonucunda 6 gün içerisinde ilk ağırlıklarının 1500 katına kadar ulaşırlar.3
Kraliçe arının yumurtaları bırakmasından 3 gün kadar sonra kurt şeklindeki arı larvaları ortaya çıkar. Arı larvaları, 6 gün içinde ilk ağırlıklarının 1500 katına ulaşır ve neredeyse bulundukları hücrelere sığmaz olurlar (solda). Bu noktadan sonra büyüme durur ve pupa aşaması başlar.(sağda)
Kovanda bulunan binlerce larvaya karşılık bir o kadar da dadı işçi arı vardır. Sürekli hareket halinde olan bu dadı arılar yumurtaları ve larvaları kolaylıkla kontrol altında tutarlar. Kovanda binlerce arı larvası olmasına ve bu larvaların beslenme şekillerinin günlere göre değişiklik göstermesine rağmen hiç karışıklık çıkmaz. Larvaların hangisinin kaç günlük olduğu, hangisinin ne ile besleneceği gibi detaylar işçi arılar tarafından hiç atlanmaz.
Bu son derece şaşırtıcıdır, çünkü hücrelerde kraliçe arı tarafından farklı dönemlerde bırakılan ve farklı büyüklüklere sahip olan pek çok yumurta vardır. Ve yavru arılar özellikle larva döneminde kaç günlük olduklarına göre bir beslenme programına tabi tutulurlar. Buna rağmen dadı arılar larvaların beslenmesinde bir problem yaşamazlar.
Arı kovanındaki özel hazırlanmış peteklerde büyümeye devam eden larvaların yedinci günlerinde şaşırtıcı bir olay gerçekleşir. Larva yemek yemeyi keser ve bakıcı arılar larvanın bulunduğu hücrenin ağzını mumdan yapılmış, hafif kubbeli bir kapak ile tamamen kapatırlar.4 Bu sırada larva da kendi ürettiği bir madde ile bulunduğu odanın içinde etrafına koza örerek kendini buraya adeta hapseder.5
Arı larvaları bu şekilde pupa evresine bir geçiş yaparlar. Pupa döneminin detaylarına geçmeden önce dikkatle incelenmesi gereken nokta, koza örülen maddenin yapısıdır.
Arı larvalarının kafalarında bulunan çift taraflı ipek bezleri sayesinde ürettikleri bu maddenin özelliği; hava ile temasa geçmesinden kısa bir süre sonra sertleşmesidir. Diğer bir özelliği ise içerdiği "fibroin" isimli protein sebebiyle kuvvetli bir bakteri öldürücü ve enfeksiyon önleyici etkisi olmasıdır. Arılar üzerinde araştırma yapan bilim adamları, bu canlıların ördükleri koza sayesinde larvaların mikroplardan korunduklarını tahmin etmektedirler.
Kozanın örülmesinde kullanılan ağ, farklı kimyasal maddelerin belirli oranlarda karışımından oluşmaktadır.
1-Elastik bir protein olan "Fibroin" % 53.67. (Bu bileşik, glikol (% 66.5), lösin (% 1.5), arjinin (% 1), tirozin (% 10)'den meydana gelir.)2-Jelatin yapısında yine bir protein olan "Serizin" % 20.36. (Bu madde serin (% 29), alanin (% 46) ve lösin (% 25)'den meydana gelmiştir.)3-Diğer proteinler % 24.434-Mum % 1.395-Yağ ve reçine % 0.10 6-Renk maddesi % 0.05 6Arı larvalarının koza ördükleri bu ipeğin formülü her arıda aynı şekilde üretilir. Milyonlarca yıldır bütün arı larvaları son dönemlerinde ördükleri kozalarında yukarıdaki formüle sahip olan ipeği kullanır. Ayrıca arı larvaları bu karmaşık yapılı maddeyi her zaman değil, sadece ihtiyaçları olan büyüme dönemlerinde üretmeye başlarlar. Bunlar göz önünde bulundurularak düşünülecek olursa akla pek çok soru gelecektir. Örneğin larvaların vücudundaki bu kimyasal madde nasıl ortaya çıkmıştır? Gözü, kanadı, beyni, olmayan, bir et parçasından farksız, henüz dünyayı hiç görmemiş, nasıl şartlarda bir yaşam süreceğini bilmeyen bir larva kendi başına karar verip, böyle bir şey oluşturabilir mi? Örneğin kimyasal maddenin koruyucu formülünü larvanın kendisi mi bulmuştur? Üretimini larva kendi kendine mi başarmıştır? Bu kimyasal maddeyi larvanın vücuduna kim yerleştirmiştir?
Arı larvalarının koza ördükleri bu ipeğin formülü her arıda aynı şekilde üretilir. Milyonlarca yıldır bütün arı larvaları son dönemlerinde ördükleri kozalarında yukarıdaki formüle sahip olan ipeği kullanır. Ayrıca arı larvaları bu karmaşık yapılı maddeyi her zaman değil, sadece ihtiyaçları olan büyüme dönemlerinde üretmeye başlarlar. Bunlar göz önünde bulundurularak düşünülecek olursa akla pek çok soru gelecektir. Örneğin larvaların vücudundaki bu kimyasal madde nasıl ortaya çıkmıştır? Gözü, kanadı, beyni, olmayan, bir et parçasından farksız, henüz dünyayı hiç görmemiş, nasıl şartlarda bir yaşam süreceğini bilmeyen bir larva kendi başına karar verip, böyle bir şey oluşturabilir mi? Örneğin kimyasal maddenin koruyucu formülünü larvanın kendisi mi bulmuştur? Üretimini larva kendi kendine mi başarmıştır? Bu kimyasal maddeyi larvanın vücuduna kim yerleştirmiştir?

Arıların yuvalarına gösterilen özen

Bazı canlı türlerinde yavruların bakımı diğerlerine göre daha fazla özen gerektirir. Özellikle yumurta, larva, pupa gibi değişik evrelerden geçerek erişkin hale gelen canlılarda, her evrede farklı yönde bir bakım uygulanır.
Arılar da farklı büyüme evrelerinden geçerler. Arı yavruları, sırasıyla larva ve pupa evrelerini tamamlayarak erişkin hale gelirler. Kraliçe arının yumurtaları bırakması ile başlayan bu dönem boyunca arı yavrularına son derece özenli ve dikkatli bir bakım uygulanır.
Arı kovanlarındaki yavruların bütün sorumluluğu işçi arılara aittir. İşçi arılar öncelikle kraliçenin yumurtlaması için peteklerin içinde özel olarak belirlenmiş bir bölgede kuluçka hücreleri hazırlarlar. Bu hücrelere yumurtlamak için gelen kraliçe arı, hücrenin temizliğini ve uygunluğunu kontrol ettikten sonra her peteğe birer yumurta bırakarak ilerler.
Yumurtaların gelişimi için gerekli olan şartların sağlanmasından, yumurtadan çıkacak larvaların ihtiyaçları olan besin maddelerinin temin edilmesine, hücre sıcaklıklarının sabit tutulmasından, özel hücre kontrollerine kadar pek çok şey özel olarak ayarlanır. İşçi arılar, detaylı metodlar kullanarak larvalara çok dikkatli bir bakım uygularlar

Arı kovanındaki hayat

Sizin yaratılışınızda ve türetip-yaydığı canlılarda kesin bilgiyle inanan bir kavim için ayetler vardır. (Casiye Suresi, 4)
Yirmi bin türden oluşan geniş bir familyaya sahip olan arılar, hayvanlar dünyasındaki en çarpıcı mühendislik ve mimarlık bilgisine sahip, sosyal hayatları ile diğer pek çok canlıdan ayrılan, aralarındaki iletişim ile kendilerini inceleyen bilim adamlarını hayretler içinde bırakan canlılardır.
Bu kitabın konusu olan balarıları ise diğer arılardan farklı özelliklere sahiptir. Koloniler halinde ağaç kovuklarında veya benzeri kapalı mekanlarda kendilerine yuva yaparlar. Bir arı kolonisi, bir kraliçe, birkaç yüz erkek ve 10-80 bin işçi arıdan oluşur. Görünüş olarak birbirinden farklı olan bu üç arıdan kraliçe arı ve işçi arılar dişidir.
Arı kolonilerinin her birinde sadece bir kraliçe bulunur ve bu kraliçe arı diğer dişilere göre daha büyüktür. Temel görevi ise yumurtlamaktır. Üreme sadece kraliçe arı vasıtasıyla olur, onun dışında diğer dişiler erkeklerle çiftleşemezler. Kraliçe, yumurtlamadan başka, koloninin bütünlüğünü ve kovandaki sistemin işleyişini sağlayan önemli maddeler de salgılar.
Erkekler ise, dişilerden iridirler ama ne iğneleri vardır, ne de kendileri için besin toplayabilecek organları. Tek fonksiyonları kraliçeyi döllemektir. Kovanda petek örme, yiyecek toplama, arı sütü üretme, kovan ısısını düzenleme, temizlik, savunma gibi akla gelebilecek tüm işleri ise işçi arılar yaparlar.
Arı kovanındaki hayatın her aşamasında bir düzen vardır. Larvaların bakımından, kovanın genel ihtiyaçlarının teminine kadar her görev hiç aksamadan yerine getirilir. Bu düzenin en belirgin örneklerinden biri de kovandaki yavruların bakımı sırasında ortaya çıkar. Diğer arıların yavrulara gösterdikleri özen ve sergiledikleri özverili davranışlar detaylı olarak incelendiğinde bu konu daha iyi anlaşılacaktır.

Arıların Hayatı 1

Arıların Hayatı 1


İç savaşlar, toplu katliamlar, gözünü kırpmadan adam öldüren insanlar, sokaklarda yatan çocuklar, evi barkı olmadığı için soğuktan donan insanlar, çocuk yaşta cinayet işleyenler, aile içinde yaşanan problemler, gençlik çeteleri, yolsuzluklar, …
Günlük yaşamın bir parçası haline gelen bu gibi toplumsal sorunlar düşünüldüğünde hepsinin temelinde ortak bir eksikliğin olduğu görülecektir. Bütün bu sorunların ortaya çıkmasına neden olan adaletsizlik, dolandırıcılık, sahtekarlık, merhametsizlik gibi kötü ahlak özelliklerinin temelinde yatan da yine bu eksikliktir.
Bu önemli eksiklik insanların düşünmemeleri ve dolayısıyla gerçekleri görememeleridir. Bu gibi kişiler için ön planda olan kendi çıkarları, kendi yaşamlarıdır. Çevrelerinde yaşananlar onları ilgilendirmez. Ara sıra düşündükleri sınırlı konular da yine kendileri ile ilgilidir. Bu nedenle kendi doğru ve yanlışlarının sınırları içinde bir yaşam sürerler. Günlük yaşamın akışı içinde yaptıklarını yeterli gören bu kişiler dünyada bulunuş amaçları gibi hayati önemdeki konuları akıllarına bile getirmezler.
Çevrelerindeki canlıların özelliklerini, nasıl olup da böyle kusursuz bir çeşitliliğin ortaya çıktığını, kendi vücutlarını, gökyüzündeki dengeleri kısacası hiçbir şeyi düşünmezler. Dolayısıyla da bunların Allah tarafından "tasarlanmış", yani "yaratılmış" olduğunu fark edemezler. Tüm evrenin yaratıcısı olan üstün güç sahibi Allah'ı gereği gibi takdir edemezler. Neden yaratılmış olduklarının ve Allah'a karşı sorumlu olduklarının bilincine varmazlar. Oysa Kuran'da düşünmenin önemini, ancak düşünen kimselerin öğüt alacağını vurgulayan pek çok ayet vardır. Bir ayette düşünen ve bunun sonucunda Allah'ın kudretinin farkına varan kişilerden şöyle bahsedilir:
Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün ardarda gelişinde temiz akıl sahipleri için gerçekten ayetler vardır. Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah'ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) "Rabbimiz, Sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateşin azabından koru." (Al-i İmran Suresi, 190-191)
İşte Balarısı Mucizesi kitabının amacı da Allah'ın yaratılış mucizelerinden birini daha tanıtarak bu düşünce tembelliğini kırmaktır. Bununla birlikte balarısının kitap konusu olarak seçilmesinin de çok önemli bir nedeni vardır. Balarıları Kuran'da Allah'ın dikkat çektiği canlılardandır. Allah Nahl Suresi'nde arıların Kendi vahyi ile hareket eden canlılar olduklarını şöyle bildirmektedir:
Rabbin balarısına vahyetti:
Dağlarda, ağaçlarda ve onların kurdukları çardaklarda kendine evler edin. Sonra meyvelerin tümünden ye, böylece Rabbinin sana kolaylaştırdığı yollarda yürü-uçuver. Onların karınlarından türlü renklerde şerbetler çıkar, onda insanlar için bir şifa vardır. Şüphesiz düşünen bir topluluk için gerçekten bunda bir ayet vardır. (Nahl Suresi, 68-69)
Görüldüğü gibi ayetlerde kendine ev edinen, meyvelerden yiyen ve bal üreten arılara dikkat çekilmektedir. Kitabın ilerleyen bölümlerinde de görüleceği gibi kovandaki arılarla ilgili benzer işlerin tümü işçi arılar tarafından yapılmaktadır. Bir arı kovanında işçi arılar, kraliçe arı ve erkek arılar bulunur. Kovandaki hemen hemen her türlü işle görevli olan işçi arılardır. Bununla birlikte kraliçe arının, kovanın devamlılığını sağlamak gibi son derece önemli bir görevi vadır. Erkek arılarınsa kovan içindeki tek fonksiyonları kraliçeyi döllemektir. Kısa yaşam süreleri içinde bu görevlerini yerine getirirler ve hemen arkasından ölürler.
Arıların özelliklerinin detaylı olarak inceleneceği bu kitapta ayrıca arıların aralarında nasıl anlaştıkları, kovandaki on binlerce arının nasıl olup da problemsiz bir şekilde yaşadıkları, yönlerini nasıl buldukları, nasıl bal ürettikleri gibi daha birçok konu ayetlerle birlikte ele alınacaktır. Evrim teorisinin iddia ettiği gibi ne doğada ne de arıların hayatında başıboş ve tesadüfi bir "yaşam mücadelesi" olmadığını da ilerleyen bölümlerde bir kere daha göreceğiz.

Şnorkele Su Kaçarsa...

Sivrisineğin şnorkel benzeri bir solunum borusuyla nefes aldığını yukarıda belirttik. Ancak şnorkelle nefes almanın bir tehlikesi vardır. Eğer suda oluşacak bir dalgalanma ya da rüzgar şnorkelin içine su kaçırırsa bu, sivrisineğin boğulmasına neden olur.
Ancak çok özel bir tedbir sayesinde bu durum engellenmiştir. Şnorkellerin havayla temas eden uç kısmı özel bir yağla doğuştan kaplıdırlar. Bu yağın özelliği suyu iten (hidrofob) bir yağ olmasıdır. Larva başaşağı su içinde dururken, bu yağ sayesinde solunum borusunun deliklerinden içeri su giremez.
Bu salgı özel olarak su için yaratılmıştır. Larva sudan başka bir sıvının, örneğin petrolün içine konulduğunda, salgı görevini yapamaz. Petrol şnorkelden içeri girer ve larvanın boğulmasına neden olur.
10 milimetrelik bir larvanın, birkaç milimetre uzunluğundaki solunum borusunun ucunda böyle özel bir yağın varolması, üzerinde durulmadan geçilebilecek bir konu değildir. Ayrıntılara dikkat edelim:
- Suyun şnorkelden içeri girme riskine karşı böyle özel bir önlem alınması.
- Salgının tam ihtiyaç duyulan yerdeki, yani solunum borusunun ucundaki hücreler tarafından salgılanması.
- Bu yağlı salgının her yeni nesilde kendiliğinden varolması...
Bütün bunların varlığı tesadüflerle açıklanabilir mi?
Elbette ki hayır.
Çünkü tesadüfler karmaşaya neden olur. Milyarlarca tesadüfün ardarda sıralanması ise kaos anlamına gelir. Birbirinden bağımsız parçalardan oluşan ama bu parçaların uyumu sayesinde ortak bir amaca hizmet eden sistemler ve mekanizmalar, kaos sonucunda değil, ancak bilinçli bir dizayn sonucunda ortaya çıkabilirler.
Evrim teorisi ise mevcut canlıların bugünkü hallerine daha basit yapıda olan canlıların zamanla gelişmesi sonucunda ulaştığını öne sürer. Evrime göre bu gelişim, zamanla meydana gelen tesadüfi değişimlerin, basamak basamak birbirine eklenmesi sonucunda gerçekleşmiştir.
Her ne kadar Latince isimler ve karmaşık terimlerle "bilimsel" bir kılıfa sokulmaya çalışılsa da, evrim teorisinin temel mantığı tek kelimeyle ifade edilebilir: "Tesadüf".
Şimdi sivrisineğin nefes almasını sağlayan özel yapısının nasıl varolmuş olabileceğini, evrim teorisinin iddialarını da göz önüne alarak inceleyelim.
Evrime göre bundan binlerce yıl önce daha basit yapılı sivrisineklerin bulunması gerekirdi. Bu hayali senaryoya göre, o zamanki sivrisineklerin solunum borularının daha oluşmadığını varsayalım. Peki o zaman sivrisinek larvaları ne yapacaklardı?
I) Larva suyun içinde başaşağı durmayacak, nefes almak için başını suyun üzerinde tutacaktı. Bunun kaçınılmaz sonucu bütün larvaların açlıktan ölmesi olurdu.
II) Tesadüfen larvanın vücuduna bir solunum borusu eklendiğini varsayalım (bunun teknik olarak imkansızlığına ileride değineceğiz), solunum borusunun ucunda bulunan ve suyun boruya girmesine engel olan yağ olmadığından larva boğularak ölecekti. Larvanın, bu yağı sentezleyen hücrelerin vücudunda oluşmasını bekleyebileceği tek bir saniyesi bile olamayacaktı. Kısaca bu evrim teorisinin kendi içerisinde çelişkili bir durum oluşturmaktadır.
III) Solunum borusunun ve borunun ucunda bulunan yağın aynı anda bir şekilde larvanın vücuduna eklendiğini varsayalım. Bu yalnızca o larvanın hayatını kurtarırdı. Çünkü vücudunda oluşan bir değişimi bir sonraki nesile aktaramayacaktı. (Parmağı kesilen bir kadının çocuğunun eksik parmakla doğmayışı gibi.) Oysa, vücuttaki değişimin bir sonraki nesle aktarılabilmesi için, evrimin yeni organ veya organel oluşturmakla kalmayıp bunun genetik kodunu da canlının üreme hücrelerinde bulunan DNA'ya eksiksiz olarak eklemesi gerekmektedir.
Bu nokta çok önemlidir. Bu yüzden konuyu bir başka örnek üzerinde inceleyelim. Örneğin insanın atası olduğunu varsayacağımız bir canlının vücuduna yeni bir organ, mesela karaciğerin eklenmesini düşünelim. Karaciğerin genetik kodu, milyonlarca şifreden oluşur. Bu şifrelerin hepsinin aynı anda, o canlının üreme hücrelerindeki DNA'ya katılması gerekir ki bir sonraki nesilde de ortaya bir karaciğer çıksın. Milyonlarca şifre içinde yapılacak tek bir hata, karaciğerin oluşamamasına, daha doğrusu işe yaramamasına ve canlıya yarar değil zarar vermesine yol açar. Sözünü ettiğimiz hayali canlı yaşamını sürdüremez ve yokolur gider.
Burada bir nokta daha vardır. Söz konusu canlı, vücudunda bir karaciğer oluşana kadar ne yapacaktır? Karaciğerin vücutta yürüttüğü hayati fonksiyonları hangi organ yapacaktır? Kısacası böyle bir canlının bir zamanlar varolduğunu düşünmek bile mantıksızdır. İlk insan, tam ve eksiksiz bir biçimde ortaya çıkmış; yani yaratılmış olmalıdır.
Aynı şekilde sivrisinek de, sahip olduğu özellikleri DNA'sında genetik şifre olarak taşımak zorundadır. Aksi takdirde bir sonraki nesil bundan mahrum kalır. Sivrisineğin atası olduğunu varsaydığımız hayali canlının üreme hücrelerine, hem solunum borusunun, hem de bu borunun ucundaki hücrelerin ürettikleri yağın genetik şifrelerinin aynı anda, eksiksiz, hatasız olarak katılması gerekir ki, bu imkansızdır. Bunun anlamı da yine sivrisineğin eksiksiz ve kusursuz bir şekilde bir anda varolduğu, yani yaratıldığıdır.
Peki sivrisinek soluduğu havayı vücuduna nasıl dağıtacaktır?
Sivrisineğin solunumu şu şekilde gerçekleşir:
Sivrisineğin aldığı hava, iki ufak torbacığa dolar. Bu torbacıklar vücuda yayılan kılcal hatlara bağlıdırlar ve bu hatlarla havayı her yere dağıtırlar.
Torbacıkların arasında sivrisineğin ihtiyacına uygun bir kalp vardır. Kalp, düzenli atışlarla torbacıkları pompalayarak, havanın vücuda dağılmasını sağlar. Kalpten hemen sonra mide ve bağırsaklar gelir.
Burada sözünü ettiğimiz kalp, mide ve bağırsakların da eksiksiz olarak sivrisineğin vücudunda bulunmaları gerekir. Üzerinde uzun uzun durduğumuz solunum sisteminin yanı sıra, bu organlar da sivrisinek için vazgeçilmezdir. Bütün sistemleri bulunan fakat kalbi olmayan bir sivrisinek elbette ki düşünülemez.

Başaşağı Nefes Almak


Larva gelişme döneminde sürekli yemek yer. Bunun için de ağzının sürekli suyun içinde olması ve başaşağı durması gerekir. Ancak larvanın ikinci bir temel ihtiyacı da nefes almaktır. Peki bu iki temel ihtiyacı -yemek yemek ve başaşağı dururken nefes almak- aynı anda nasıl karşılayacaktır?
İnsanlar suyun içinde nefes alabilmek için bir takım özel aletlerden (oksijen tüpü, şnorkel, hava pompası, vs.) yararlanırlar.
Sivrisinek larvası da, doğuştan bir dalış teçhizatına sahiptir. Suyun içinde başaşağı dururken, vücudunun arka tarafında bulunan solunum borularıyla nefes alır. Kimi larvalar da suya paralel durur ve karınlarında bulunan üç solunum deliğini kullanırlar. Bu sistemler, dalgıçların kullandığı şnorkel ve hava pompalarının bir benzeridir.
İnsana belki de biyolojik bir ayrıntı gibi gelen bu cümleler aslında bir gerçeği ortaya çıkartır: Eğer ortada böylesine akılcı bir dizayn varsa, mutlaka onu yaratan bir akıl vardır. Bu akıl, "alemlerin Rabbi", yani en küçükten en büyüğe kadar tüm dünyaların, tüm boyutların hakimi, eğiticisi ve düzenleyicisi olan Allah'a aittir.
Allah yarattığı varlıklar üzerinde sanatını tecelli ettirerek insanlara kendi varlığının delillerini gösterir. Bu sanat _ ister insan beyninin karmaşık yapısında olsun, isterse bir sivrisinekte_ her yerde kendini gösterir. İşte bu yüzden Bakara Suresi'nin 26. ayetinde, tek başına bir sivrisineğin bile, Allah'ın vermekten çekinmeyeceği kadar büyük bir örnek olduğu belirtilir:
Şüphesiz Allah, bir sivrisineği de, ondan üstün olanı da, (herhangi bir şeyi) örnek vermekten çekinmez. Böylece iman edenler, kuşkusuz bunun Rablerinden gelen bir gerçek olduğunu bilirler; inkâr edenler ise,
"Allah, bu örnekle neyi amaçlamış?" derler. (Oysa Allah,) Bununla birçoğunu saptırır, birçoğunu da hidayete erdirir. Ancak O, fasıklardan başkasını saptırmaz. (Bakara, 26)

Sivrisineğin Evi

Bazı sivrisinek larvaları doğuştan mimardırlar. Kendilerini bir yerlere yapıştıracak vantuzları olmayan bu larvalar, hem düşmanlarından korunmak hem de akıntıya karşı koyabilmek için kendi evlerini kendileri yaparlar. Bu ise başlı başına ilginç ve şaşırtıcı bir iştir, çünkü her aşaması zorluklarla doludur.
Öncelikle yumurtadan çıkan larvanın, güvenliğini sağlamak ve akıntıya karşı koyabilmek için bir eve ihtiyacı olduğunu fark etmesi, bunun üzerine bir ev yapmaya karar vermesi gerekir.
İkinci aşamada larva bir plan yapmalıdır. Ancak ortada bir sorun vardır. Larvanın elinde ne bir teknik alet ne de bir alet gibi kullanabileceği bir organ -gaga, pençe, el vs.- vardır. Dahası ev yapabilmek için su altında pek fazla malzeme de yoktur.
Ancak bütün ihtiyaçları önceden düşünülmüş olan larva, ev yapması için gerekli malzemeye doğuştan sahiptir. Kolaylıkla şekil verebileceği jelatinimsi bir madde salgılar. Bu malzemeyi en doğru şekilde kullanan larva, kendisi için en uygun şekilde, iki tarafı açık boru benzeri bir yuva yapar. Bu yuvayı ya çamur veya kuma gömer, ya da yanında taşır.
Burada dikkat edilmesi gereken, larvanın doğar doğmaz kendini güvenceye almak için ev yapmaya başlaması ve ihtiyacı olan maddeyi vücudunda hazır bulmasıdır.
Larva bir kimyager olmadığına göre bu salgıyı larvanın kendi zeka ve bilgisiyle ürettiğini düşünmek pek akıllıca olmaz. Kendi aklı ve zekasıyla üretse bile bunu üreten bir sistemi kendi vücuduna yerleştirmesi gibi birşey düşünülemez. Mimari bir eğitimi olmadığına göre, böyle bir yuva yapıp kuma gömmeyi planlayamayacağı da ortadadır.
Herhangi bir larva, evrimcilerin iddia ettiği gibi bu özellikleri tesadüfen veya tecrübeyle kazanmış olsa, edindiği bilgileri bir sonraki nesile da aktaramaz. Yeni doğan bir canlı, kendisine öğretecek biri olmadan öğrenemez.
Eğer bir canlı bir bilgiye doğuştan sahipse, bu bilgiyi en doğru şekilde kullanıyorsa ve bu bilgiyi kullanabileceği bütün imkanlara ve malzemelere doğuştan sahipse, bunun tek bir anlamı vardır: Bu bilgi ve özellikler, canlıya, kendisini yoktan vareden Allah tarafından verilmektedir.

Akıntılı Sularda Ne Yapılır?

Akıntılı yerlerdeki larvalar yaşamak için bir yerlere tutunmak zorundadırlar. Vücutlarındaki destek sistemleriyle bu problemin altından kolayca kalkarlar.
Çok hızlı akan sularda bulunan bazı larva türlerinin arkalarında 45 derece eğimle vücutlarıyla birleşmiş uzun bir itici bulunur. Bu iticinin ucunda bulunan küçük kitin kancaları sayesinde larva herhangi bir yere tutunabilir ve kendisini akıntıya karşı korumaya alır. Özellikle Heptegina cinsi sivrisineğin larvası bu vantuz sayesinde güçlü akıntılara dayanabilir.

Su Yüzüne Çıkmadan Nasıl Nefes Alınır?

Mansonya türünün larvası, soluk alabilmek için suyun yüzeyine çıkmaz. Bunun yerine oldukça akıllıca ve zor bir yöntem izler.
Su altındaki oksijen, suda çözünmüş olarak bulunur ve burada yaşayan bütün canlılar (bitkiler ve hayvanlar) bunu kullanırlar. Bitkiler köklerinde ve dokularında bu oksijeni biriktirirler.
Mansonya larvası bitkilerdeki bu "paketlenmiş" oksijeni kullanır. Larvada, su bitkilerinin köklerini ve dokusunu delmeye ve bunların içindeki havayı çekmeye yarayan testere biçiminde bir organ vardır. Bunu kullanarak oksijen ihtiyacını rahatlıkla karşılar ve suyun altında sürekli olarak kalabilir.
Burada yine büyük bir dizayn görülür. Su yüzeyine çıkmayan mansonya larvasının yapısında, bitki köklerini delebilmesi ve bu köklerin içlerindeki havayı çekebilmeleri için gerekli olan herşey vardır.
Dahası larva, vücudundaki bu "alet"lerin ne amaçla kendisine verildiğini bilir. Larvanın bildikleri bununla bitmez. Larva oksijene ihtiyacı olduğunu ve bu oksijenin bitkilerin köklerinde bulunduğunu da bir şekilde bilmektedir. Yalnızca 1.5 mm. boyunda ve dünyaya yeni gelmiş bir larvanın nasıl olup da bütün bunları bildiği ise evrimciler açısından cevaplanamayan bir sorudur.

Yanıbaşındaki Düşman

Tüm sivrisinek larvalarını, suda kendi halinde yüzen ve beslenmek için bakterilerle yetinen sakin canlılar olarak tanımlamak doğru olmaz Bazı türlerin larvaları oldukça yırtıcıdır. Bu dönemde sürekli olarak beslenen kimi larva türleri yiyecek bulamadıklarında birbirlerini yerler. Bu yüzden larvalar için temiz sular değil, bakterice zengin kirli sular daha uygundur. Bu tür larvaların olduğu temiz sularda, sal şeklindeki bir yumurta grubunun içinden yalnızca birkaç tane larva hayatta kalır.
Ancak anne sivrisinek adeta bunu bilir ve yumurtalarını bırakmak için daha çok kirli suları seçer! Kirli sularda, sal şeklindeki bu yumurtalardan yaklaşık 100 tanesi sağlam olarak çıkar.
Burada sivrisineğin yaptığı bir seçim söz konusudur. Sivrisinek biri temiz biri kirli iki farklı suyla karşılaştığında seçimini kirli sudan yana kullanır.
Acaba sivrisinek, türünün devamı için geçerli olan bu önlemleri düşünerek mi yoksa gözlemleyerek mi bulmuştur. Hayır, sivrisinek bu ikisini de yapamaz. Sivrisineğin tecrübe kazanması, bu doğrultuda kararlar vermesi ve bunu gelecek nesillere aktarması elbette ki söz konusu değildir.

Larva Dönemi



Yumurtadan çıkan yavru sivrisinek, erişkin haliyle hiç ilgisi olmayan bir görünümdedir. Sanki bambaşka bir canlıdır. Yaklaşık 1-1,5 mm. uzunluğunda olan larvanın vücudu baş, göğüs ve karın olmak üzere 3 bölüme ayrılmıştır. Başı oval görünümdedir ve iki yanında birleşik gözler ve gözlerin önünde de kısa bir anten mevcuttur. Ancak larva, bu hale gelip erişkin bir sivrisineğe dönüşünceye kadar çok zorlu bir yolculuk geçirir.
Larvalar su altında yaşarlar. Sürekli yedikleri için, bir hafta içinde 6-7 kat büyürler. Bu dönem sivrisineğin yaşamı boyunca büyüdüğü tek dönemdir. Larva sadece acıkır, yemek yer ve büyür.
Larvanın bu dönemde nefes alabilmesi için su üzerinde boğulmadan asılı durması gereklidir. Ancak ortada bir problem vardır. Sürekli beslenmesi gereken sivrisinek, suyun üzerinde asılı dururken yemeğine nasıl ulaşacaktır? Bunun için çok özel bir yöntem bulması gerekir, ancak sözünü ettiğimiz canlı ne bir şey düşünebilen ne de bir yöntem geliştirme kabiliyetine sahip olan, yalnızca bir buçuk milimetre büyüklüğünde bir larvadır. Ve bu larvanın acilen beslenmesi gereklidir, yoksa ölecektir.
Larva zorunlu durumlarda suyun içine dalabilir. Ancak bu uzun süremez çünkü nefes almak için tekrar su yüzeyine dönmek zorundadır.
Larvanın başaşağı su içinde dururken yemek yiyebilmesi için, doğuştan kendisine verilmiş çok önemli bir mekanizma vardır. Avına her zaman kendisi gidemeyen larva, suyu hareketlendirerek avını ayağına getirir. Ağzının iki yanında, 4 set halinde bulunan ince tüylü bir fırçayı hızlı bir şekilde sallayarak suda bir akıntı yaratır. Böylece suda bulunan bakteriler, suyun hareketiyle larvanın ağzına gelirler. Larva fırçalara takılan bakterileri yer. Bir sivrisinek larvası günde 100-1000 cm3 suyu süzebilir.
Burada çok açık bir dizayn vardır; larvanın ağzının etrafındaki fırça, hayvanın beslenebilmesi için yapılmış özel bir alettir. Larvanın sahip olduğu bu sistem sayesinde boğulmadan besinine ulaşması ise, küçücük bir larvanın bile Allah'ın "rızık veren" (Rezzak) sıfatının koruması altında olduğunu gösterir. Nitekim Kuran bu gerçeğe özellikle dikkat çekmektedir:
Kendi rızkını taşıyamayan nice canlı vardır ki onu ve sizi Allah rızıklandırır. O, işitendir, bilendir.(Ankebut, 60)

Marangoz Sivrisinek


Cansimidi Yumurtalar
Sıtma mikrobunu taşıyan sivrisinek olan Anopheles'in yumurtaları, suya batmalarını engelleyecek ve su yüzeyinde kalmalarını sağlayacak özel bir şekle ve yapıya sahiptirler. Yumurta kabuğunun dışındaki hava odacıkları ve yumurtayı saran yüzme kenarları yumurtayı su üstünde tutar. Yüzme kenarları suyun yüzey gerilimini artırır ve yumurtanın bu gerilim sayesinde batmamasını sağlar.
Yüzey gerilimi suyun yüzeyinde oluşan bir güçtür. Özellikle küçük canlılar bu gücü aşamazlar. Ancak bu çoğu kez olumsuz bir durum değildir çünkü bu sayede böcekler suyun üzerinde rahatlıkla yürüyebilirler. Kimi böcekler bacaklarında bulunan destek yapıları sayesinde _ayaklardaki tüycükler, ayağı kaplayan yağlı salgılar gibi_ su üzerinde çok daha kolay hareket edebilirler.
Anopheles sivrisineğinin yumurtalarının üzerindeki hava odacıkları ve yüzme kenarları da, yüzey gerilimi kanunundan en yüksek verimle yararlanacak biçimdedir. Ancak daha önce de belirtildiği gibi, ne yumurtaların içindeki larvaların, ne de kendisi de bir zamanlar bu yumurtadan çıkmış olan anne sivrisineğin, yüzey gerilim kuvvetinden ve bu kuvvetten yararlanmak için yumurtaların üzerinde bulunan yapılardan haberleri yoktur.
Böyle bir özelliğin zaman içinde kazanılmasına da imkan yoktur. Eğer bu yapı yumurtanın üzerinde bir seferde ortaya çıkmazsa, Anopheles'in bütün yumurtaları suyun dibine batar ve sivrisineğin nesli tükenir.
Ancak böyle bir durum söz konusu olmaz. Çünkü Anopheles'in de, diğer canlıların da varlıklarını sürdürmeleri için ihtiyaçları olan en uygun tasarım, kendileri için Allah tarafından yapılmıştır.
Marangoz Sivrisinek
Sivrisinekler yumurtalarını her zaman durgun bir su birikintisinin içine bırakmazlar. "Cylindrotoma Sivrisineği", yumurtalarını bırakmak için daha ilginç ve zor bir yöntem kullanır. Bu türün dişisi, yumurtalarını bir bitkinin dokusuna yerleştirir.
Burada çok önemli bir ayrıntı vardır. Herhangi bir böcek, bitki dokularını kolay kolay kesemez. Özellikle sivrisineğin boyutu düşünüldüğünde bu zorluk, insanın elinde hiç bir aleti olmadan kalın bir ağacı kesmesine benzer ki, bu imkansızdır. Peki o halde sivrisinek ne yapar?
Sivrisinek bu problemi, kendisine yaratılıştan verilen bir özellik sayesinde aşar. Başının üzerinde bulunan ve bir testere görevi gören kesici organla, bitki dokularını rahatlıkla keser. Üst kısmından kestiği bitkilerin içine yumurtalarını iter. Bazen bir yaprakta bu şekilde bırakılmış 70 yumurtaya rastlanabilir.
Rastgele bir yere bırakmak varken, zahmet gerektiren bir şekilde, üstelik de zorlu bir yeri yumurtalarını bırakmak için seçmiştir. Tek amacı yemek ve yaşamak olan bir böcek niçin kendisini zora sokar ve oldukça zahmetli bir işe kalkışır?
Cylindrotoma zorluklardan hoşlandığı için mi böyle yapar?
Neden diğer türlerde değil de sadece bu türdeki sivrisineklerin başında kesici organ vardır?
Bu organı bir alet gibi kullanma bilgisi, doğan her sineğe kim tarafından verilmiştir?
Yumurtalarını güvenliğe almak için bitki dokularını kesmeyi sivrisinek nasıl akıl etmiştir?
Tüm bu sorular bizi yine aynı cevaba götürür: Sivrisinek, yaptığı işi yapabilmesini sağlayacak özel bir dizayn ile ve kendisine bu işi yaptıracak bir tür "programla" birlikte yaratılmıştır.

Bambu Sivrisineği

"Leicester sivrisineği" yumurtalarını bambu saplarının deliklerine bırakır. Bambu saplarının içi güvenli olduğu kadar, larvaların ihtiyaçlarına da cevap verebilecek bir ortamdır.
Sivrisinek yumurtalarını bırakırken -tıpkı diğer sivrisinekler gibi- kendisine özgü akılcı bir yol izler. Leicester arka bacaklarını bambu saplarındaki deliklerden, içeride birikmiş suya sokar, yumurtalar suya düşer ve gelişimlerini burada sürdürürler.
İlk yağmurlarla birlikte yumurtalar kuluçka dönemine girerler. Yumurtlamayı takip eden 2-3 gün içinde kuluçka dönemi biter ve kurtçuklar çıkmaya başlar. Yumurtanın içinden kurtların olgunlaşarak çıkmaları hemen hemen aynı dakika içinde olur. Bir dakika içinde bütün kurtlar suda gezmeye başlar. Bunlar hiç durmadan, ne bulurlarsa yer ve müthiş bir süratle büyürler.
Acaba bu sivrisinek türünün ataları, yaptıkları gözlemler sonucunda yavrular için en güvenli ortamın bambu sapları olduğunu tespit etmiş, daha sonra bütün soyun bu yöntemi izlemesine mi karar vermişlerdir? Sonra da bu emir nesilden nesile, doğan her dişi sivrisineğe ulaştırılmış mıdır?
Görüldüğü gibi bu tip sorular her aşamada kaçınılmaz olarak insanın karşısına çıkar. Bu soruların cevapları normal ve vicdanlı bir insanı tek noktaya yani bilinçli yaratılışa götürür. Dünyanın herhangi bir köşesindeki herhangi bir bambu sapının içindeki bir su birikintisinde, bilmediğimiz, aklımıza dahi gelmeyen bir hayat vardır ve bu hayat son derece ustaca bir biçimde yaratılmıştır. İnsana düşen ise, bu yaratış örneklerini görmek ve bunları yaratan Allah'ın gücünü takdir etmektir. Çünkü Kuran'a göre;
Allah'ın yağdırdığı ve kendisiyle yeryüzünü ölümünden sonra dirilttiği suda, (ve) her canlıyı orada üretip-yaymasında düşünen bir topluluk için gerçekten ayetler (deliller) vardır.(Bakara, 164)

Cansimidi Yumurtalar

Sıtma mikrobunu taşıyan sivrisinek olan Anopheles'in yumurtaları, suya batmalarını engelleyecek ve su yüzeyinde kalmalarını sağlayacak özel bir şekle ve yapıya sahiptirler. Yumurta kabuğunun dışındaki hava odacıkları ve yumurtayı saran yüzme kenarları yumurtayı su üstünde tutar. Yüzme kenarları suyun yüzey gerilimini artırır ve yumurtanın bu gerilim sayesinde batmamasını sağlar.
Yüzey gerilimi suyun yüzeyinde oluşan bir güçtür. Özellikle küçük canlılar bu gücü aşamazlar. Ancak bu çoğu kez olumsuz bir durum değildir çünkü bu sayede böcekler suyun üzerinde rahatlıkla yürüyebilirler. Kimi böcekler bacaklarında bulunan destek yapıları sayesinde _ayaklardaki tüycükler, ayağı kaplayan yağlı salgılar gibi_ su üzerinde çok daha kolay hareket edebilirler.
Anopheles sivrisineğinin yumurtalarının üzerindeki hava odacıkları ve yüzme kenarları da, yüzey gerilimi kanunundan en yüksek verimle yararlanacak biçimdedir. Ancak daha önce de belirtildiği gibi, ne yumurtaların içindeki larvaların, ne de kendisi de bir zamanlar bu yumurtadan çıkmış olan anne sivrisineğin, yüzey gerilim kuvvetinden ve bu kuvvetten yararlanmak için yumurtaların üzerinde bulunan yapılardan haberleri yoktur.
Böyle bir özelliğin zaman içinde kazanılmasına da imkan yoktur. Eğer bu yapı yumurtanın üzerinde bir seferde ortaya çıkmazsa, Anopheles'in bütün yumurtaları suyun dibine batar ve sivrisineğin nesli tükenir.
Ancak böyle bir durum söz konusu olmaz. Çünkü Anopheles'in de, diğer canlıların da varlıklarını sürdürmeleri için ihtiyaçları olan en uygun tasarım, kendileri için Allah tarafından yapılmıştır.
Marangoz Sivrisinek
Sivrisinekler yumurtalarını her zaman durgun bir su birikintisinin içine bırakmazlar. "Cylindrotoma Sivrisineği", yumurtalarını bırakmak için daha ilginç ve zor bir yöntem kullanır. Bu türün dişisi, yumurtalarını bir bitkinin dokusuna yerleştirir.
Burada çok önemli bir ayrıntı vardır. Herhangi bir böcek, bitki dokularını kolay kolay kesemez. Özellikle sivrisineğin boyutu düşünüldüğünde bu zorluk, insanın elinde hiç bir aleti olmadan kalın bir ağacı kesmesine benzer ki, bu imkansızdır. Peki o halde sivrisinek ne yapar?
Sivrisinek bu problemi, kendisine yaratılıştan verilen bir özellik sayesinde aşar. Başının üzerinde bulunan ve bir testere görevi gören kesici organla, bitki dokularını rahatlıkla keser. Üst kısmından kestiği bitkilerin içine yumurtalarını iter. Bazen bir yaprakta bu şekilde bırakılmış 70 yumurtaya rastlanabilir.
Rastgele bir yere bırakmak varken, zahmet gerektiren bir şekilde, üstelik de zorlu bir yeri yumurtalarını bırakmak için seçmiştir. Tek amacı yemek ve yaşamak olan bir böcek niçin kendisini zora sokar ve oldukça zahmetli bir işe kalkışır?
Cylindrotoma zorluklardan hoşlandığı için mi böyle yapar?
Neden diğer türlerde değil de sadece bu türdeki sivrisineklerin başında kesici organ vardır?
Bu organı bir alet gibi kullanma bilgisi, doğan her sineğe kim tarafından verilmiştir?
Yumurtalarını güvenliğe almak için bitki dokularını kesmeyi sivrisinek nasıl akıl etmiştir?
Tüm bu sorular bizi yine aynı cevaba götürür: Sivrisinek, yaptığı işi yapabilmesini sağlayacak özel bir dizayn ile ve kendisine bu işi yaptıracak bir tür "programla" birlikte yaratılmıştır.


Sivri Sineklerin Yumarta Dönemi

( Disk Yumurtalar)


Culex türünün yumurtası, alt kısmında huni şeklinde bir oyuk taşır. Bu oyuğun, insana, ilk bakışta bir anlamı yok gibi gelir. Oysa ileri aşamalarda son derece önemli bir görevi olduğu ortaya çıkar: Bu oyuk, içine dolan hava sayesinde bir cansimidi işlevi görmekte ve yumurtanın su üzerinde kalmasını sağlamaktadır.
Ancak dikkat edilirse ortada ciddi bir sorun vardır: Yumurtanın altında yeralan bu cansimidinin, yumurtanın "alabora" olması sonucunda işe yaramaz hale gelmesi çok kolaydır. Bu nedenle bu yumurta tek başına suya bırakıldığında, uzun süre su yüzeyinde kalamaz. En ufak bir sallantıda dengesini yitirir, devrilir ve alt tarafında hava bulunan delik su dolarak yumurtanın batmasına neden olur.
Oysa yumurtaların yaşayabilmeleri için suyun üzerinde kalmaları gerekir. Çözümü size, akıl sahibi insanoğluna soralım; yumurtaların batmaması için siz olsanız ne yapardınız?
Sivrisinek bu problemi çözecek en akılcı yolu kullanır. Yumurtaları birbirine yapıştırarak sorunu çözer. Bir disk şeklinde birbirine yanyana yapıştırılan yumurtalar, suyun üzerinde yüzen bir sal oluştururlar. Çapı yaklaşık 11 mm. olan bu disk suyun üzerinde kolaylıkla yüzer. Yumurtaların altındaki oyukta bulunan hava ve yumurtalar arasındaki boşluk, bir hava yastığı görevi görür ve diski suyun üzerinde tutar. Böylesine akılcı bir yöntem kullanılmazsa, yumurtalar suyun içine batar ve ölürler.
Peki suyun kaldırma kuvvetinden haberi bile olmayan sivrisinek, probleme en uygun çözümü nasıl bulmuştur. Dahası ortada bir problem olduğunun farkında mıdır ki, probleme bulduğu çözümden bahsedilebilsin?
Yumurtaları tek tek birbirine yapıştırmak ve özenle bir sal yapmak oldukça zahmetli bir iştir. Bu yumurtaların bir sonraki mevsimde çatlayacağı düşünülürse, sivrisinek uğraşısının sonucunu göremeden ölecektir. Yumurtladıktan sonra yumurtalarıyla hiçbir bağı kalmadığı, kendi yaşamını sürdürmek açısından hiçbir çıkarı olmadığı, kısa bir süre sonra öleceği halde, kendi ölümünden sonra yumurtalarının güvenliğini sağlamak için büyük bir çaba harcamaktadır.
Burada özellikle altını çizmemiz gereken nokta, sivrisineğin bu çabası sonucunda hiçbir çıkarı olmadığıdır. Yaptığı bu zahmetli işin kendi hayatına hiçbir etkisi yoktur. Yani hayatta kalmak için değil, gelecek bir nesli kurtarmak için çaba göstermektedir. Hiçbir zaman göremeyeceği, nasıl bir ortamda, hangi şartlarda gelişeceklerini, ne gibi tehlikelerle karşılaşacaklarını bilemeyeceği bir nesli kurtarmak amacıyla, en doğru kararı verir ve oldukça zor bir iş başarır.
Normal olarak bir böceğin yapması gereken, yumurtlama zamanı geldiğinde, yumurtalarını rastgele yerlere yumurtlamasıdır. Tek amacı hayatta kalmak, yemek yemek ve çiftleşmek olan bu böcek, sonucunu bile göremeyeceği bir iş için neden çaba göstermektedir? Bu çabayı sivrisineğe gösterten güç nedir?
Çok açıkça görülmektedir ki, sivrisineğin bir yaşam kavgası yoktur. O, yapılabilecek en doğru ve sağduyulu hareketi, kendisine verilen ilham sonucunda yapmaktadır.
Evrimcilerin, daha doğrusu yaratılışa körü körüne karşı olan kimselerin yanıtlamaları gereken bir başka soru vardır. Sivrisinek, yumurtaların batmaması için en uygun çözümü nasıl bulmuştur?
Evrimcilerin hiçbir şekilde cevaplayamadıkları bu soruyu bir an için gözardı edelim.
Her ne kadar imkansız da olsa, sivrisineğin başka yumurtaları gözlemlediğini, uzun uzun düşünerek böyle bir çözümü kendisinin bulduğunu varsayalım. Durum böyle olsa bile, eğer yumurtaların altında doğuştan bir hava oyuğu bulunmazsa, sivrisineğin yapmaya çalışacağı sal bir işe yaramayacaktır.
Dahası sivrisinek, yumurtalarını birbirlerine yapıştıracak ve suda etkisini zamanla yitirmeyecek doğal bir yapıştırıcıya doğuştan sahiptir. Bu yapıştırıcı olmazsa ne yumurtaların altındaki hava deliğinin, ne de sivrisineğin bir sal yapmaya karar vermesinin bir anlamı olmaz.
Sivrisineğin yaptığı salın disk şeklinde olmasının da bir anlamı ve amacı vardır. Sal için disk en uygun şekildir. Eğer sivrisinek başka bir geometrik şekil kullansa (örneğin ince uzun bir dikdörtgen yapsa), sal kolaylıkla alabora olur. Disk şekli, su kuvvetiyle oluşması muhtemel momentleri en uygun şekilde dağıtarak, güvenliği sağlar.
Birbiriyle bu kadar uyumlu bir sistemi oluşturan detayların, zaman içinde, şuursuz tesadüfler sonucunda, kendi kendine oluştuğunu iddia etmek ise akılla uyuşmayan bir durum teşkil eder. Dahası, bu detayların birinin eksik olması bütün sistemin bir daha geri gelememek üzere yokolmasına sebep olur. Sivrisinek, "deneme-yanılma" gibi bir yolla geliştiremeyeceği, tesadüfler sonucunda kesinlikle oluşamayacak bir biçimde yumurtalardan oluşan bir sal yapmaktadır. Bu durumun yegane açıklaması ise, doğumundan en fazla bir kaç hafta sonra bu salı yapan canlının, bu iş için gerekli bilgi ve donanıma sahip kılınmış ve bu iş için "programlanmış" olduğudur.

Jelatinlenmiş Yumurtalar
Gıdaların bozulmadan saklanmaları için son birkaç on yılda oldukça etkili yöntemler geliştirilmiştir. Bunlardan en önemlisi, ambalajlamadır.
Sürü sivrisinekleri olarak bilinen sivrisinek türü de, yumurtalarını saklamak için bu yöntemi kullanır.
Yumurtalar, jelatinimsi bir madde yığının içine, bir çerçeve veya ip şeklinde bırakılır. Jelatinimsi kitle yumurtaları mekanik etkilerden, kurumaktan, ani ısı değişimlerinden ve düşmanlardan korur. Ayrıca sivrisinek, bu madde sayesinde, yumurtaları bitki ya da taşlara yapıştırır ve böylece yumurtaların suyun içinde kaybolmalarını engeller.

Sivri Sineklerin Kanatların Titreşimi ve Neslin Devamı


1920'li yıllarda, Kanada'da yeni inşa edilmiş bir elektrik santralındaki bütün jeneratörler çok kısa bir süre sonra bozulmuştu. Sebep jeneratörlerin motorlarına sıkışmış yüzbinlerce sivrisinekti. Acaba bu sinekleri jeneratörler çeken neydi? Jeneratörler temizlendikten kısa bir süre sonra yine aynı olay tekrarlanınca, sineklerle ilgili bir uzmana başvuruldu ve sorun bu sayede çözümlendi
Jeneratörlere saldıranların tümü erkek sivrisineklerdi. Sebebi de bu makinelerin içinde kendilerine kur yapan dişilerin var olduğunu düşünmeleriydi! Jeneratörlerin vızıltısıyla dişilerin vızıltısını birbirine karıştırmışlardı. Jeneratörlerin hızının değiştirilmesiyle sivrisineklerin aklının karışması da önlendi.
Bu ilginç olay, sivrisineklerin çiftleşmesini sağlayan çok daha ilginç bir sistemi hatırlatır bize: Erkek sivrisineklerin dişilerini, onların çıkardığı kanat seslerinden tanımalarını. Şimdi bu konunun detaylarına bir göz atalım.
Sivrisineklerin çiftleşmesi havada uçarken gerçekleşir. Fakat erkekler erişkin bir sivrisinek olana kadar, yani kısa yaşamlarının ilk 24 saati boyunca çiftleşemezler. Çünkü bu süre içinde antenleri henüz kurumadığından sağırdırlar. Bu yüzden dişilerin kanat seslerini -yani çiftleşme çağrılarını- duyamazlar.
Sivrisineklerde işitme yeteneği çok gelişmiştir. Erkeğin kafasından çıkan 2 tane küçük ve tüylü antende bulunan çok sayıda duyu hücresinden meydana gelmiş "Johnston organı", ses dalgalarının titreşimlerini alır ve ayırt eder. Bu tüylü duyargalar yalnızca dik durumdayken ses titreşimlerine karşı duyarlıdırlar. Dişi sivrisineğin kanatlarından çıkan ses erkek sivrisineği etkileyen en önemli faktördür. Dişinin kanat sesleri, erkeğin antenindeki reseptör hücreleri titreştirir ve sivrisineğin beynine elektrik sinyallerini gönderir. Dişiler kanatlarını erkeklerden daha hızlı çırparlar ve dişinin kanatlarından çıkan titreşimler erkeklerde çiftleşme isteğini artırır. Sivrisineklerin bol olduğu yaz günlerinde etraftaki sesleri bir düşünelim. Taşıt sesleri, insan sesleri, hayvan sesleri… Kısacası insanın duyabildiği ve duyamadığı frekanslardaki pek çok ses. Bu kadar ses arasında erkek sineğin, dişisinin cılız kanat sesini duyması oldukça zor bir iş olmalıdır. Ama yine de erkek sivrisineğin hassas "kulakları", bütün bu seslerin arasından dişisinin sesini ayırdeder ve böylece erkek sivrisinek çiftleşmek için dişiye doğru uçar.
Sivrisinek sürüsünün içine düşen bir dişi, erkeklerden biri tarafından farkedildiğinde, erkek sivrisineğin cinsel organının yanında bulunan özel kıskaçlarla tutulur ve çiftleşme genellikle havada bazen de yerde gerçekleşir. Çiftleşmeden sonra erkek, sürüsüne geri döner ve bir süre sonra da ölür.
Bu noktada konuyu daha derin incelemek gerekir. Ortada çok ilginç bir sistem bulunmaktadır. Sivrisinekler karşı cinsi kanat çırpma sesinden tanımaktadırlar.
Peki nasıl olur da, her yıl dünyaya gelen trilyonlarca sineğin herbiri kanatlarını kendi cinsiyetlerini belli edecek frekansta çırparlar?
Her dişi kanatlarını daha yavaş, her erkek de daha hızlı çırpma kabiliyetine sahiptir. İşte burada evrim teorisinin cevaplaması gereken bazı sorular ortaya çıkar.
Eğer sivrisinek yaratılış değil, tesadüflerin sonucunda varolmuş olsaydı, doğan her sivrisineğin kanatlarını rastgele bir hızda çırpması ve bir kaos yaşanması gerekirdi. Çünkü erkeğin daha yavaş, dişinin daha hızlı kanat çırpmasını gerektirecek hiçbir sebep yoktur. Ancak her cinsiyet mensubu, adeta bir emre uyarcasına, hiçbir mecburiyetleri yokken, kendi cinsiyetlerini belli edecek hızda kanat çırparlar.
Ancak bu frekans farkının gerçekte tek başına bir anlamı yoktur. Eğer erkek sivrisinekte yaratılıştan bulunan üstün algılama yeteneği olmasaydı, bu kanat çırpışların hiçbir anlamı olmazdı. Dişi sivrisineğin çıkardığı titreşimler, insan için ne kadar anlamsızsa, erkek sivrisinek için de o kadar anlamsız olurdu. Böyle bir durumda erkek dişiyi algılayamayacağından, çiftleşme gerçekleşmezdi.
Kuşkusuz bunun tersi de mümkündür. Erkek sivrisinekte üstün bir algılama yeteneği olsa, fakat erkeği de dişisi de bütün sivrisinekler farklı farklı frekanslarda kanat çırpsalardı, bu kez de erkekte üstün bir algılama yeteneğinin bulunmasının bir anlamı olmazdı. Bu, her iki durumda da sivrisineklerin daha o nesilde yokolması anlamına gelirdi.
Bu durum bizlere sivrisineklerin çiftleşmek için birbirlerini tanımalarını sağlayan sistemin, daha ilk sivrisinek çiftinden itibaren varolması gerektiğini gösterir. Bu denli hassas bir mekanizmanın birdenbire ortaya çıkmasının tek açıklaması ise bilinçli bir yaratılıştır.
Çiftleşme gerçekleştikten sonra dişi sivrisinek, erkeğin spermlerini özel bir kesede muhafaza ederek, haftalar boyu döllenmiş yumurta yumurtlayabilir. Dişi sivrisinek çiftleşme anından itibaren kan emmeye başlar, çünkü yumurtalarının gelişebilmesi için kana ihtiyacı vardır.

Sivrisinek Mucizesi




Yağmur mevsiminin yaklaşmasıyla birlikte, kurumuş gölcüklerde büyük bir hareketlilik yaşanır. Gölcük tabanlarında ya da suyla dolma ihtimali olan her çukurda sivrisinekler hareket halinde görülebilirler. Ancak bu sefer uçmuyor, yürüyorlardır. Dikkatli bir şekilde birşeyler arıyor gibidirler.
Sivrisinek gibi uçabilen bir canlının, kendisi için dağlar tepeler sayılacak engelleri yürüyerek aşmaya çalışması oldukça ilginç bir manzara oluşturur. Binlerce sivrisinek hepsi birden, sanki bir yerden emir almışçasına hareket ederler. Çünkü artık onlar için görev zamanı gelmiştir.
Dedektör Sivrisineğin Uzun Yolculuğu...
Yumurtadan çıkan sivrisinek yavrularının, büyüme evrelerini tamamlayabilmeleri için küçük bir su birikintisine ihtiyaçları vardır. Bu, çamurlu bir yağmur suyu, bataklık, çeltik, havuz suyu ya da teneke kapta birikmiş bir su olabilir. Ancak durgun sular sivrisineklerin tercih sebebidir. Çünkü bu sular, içerdikleri fotosentez yapabilen bitki öbekleri sayesinde, oksijence zengindirler.
Sivrisinek yumurtaları su bulunan her ortamda gelişebilirler, ancak bazı şartların sağlanması gerekir: Yumurtadan çıkacak olan larva, yetişkin bir sinek oluncaya kadar farklı evreler geçirecektir. Her evrede de yavru sineğin farklı ihtiyaçları olacaktır. Kuraklık ve aşırı sıcak da yumurtaların gelişimini engelleyebilir. Bu yüzden anne sivrisinek doğacak yavruların tüm gelişme evrelerini rahatça tamamlayabilecekleri bir ortam bulmak zorundadır.
Peki, sivrisinek en uygun yeri nasıl bulacaktır. Bakarak mı, koklayarak mı, tahmin ederek mi, yoksa tesadüfler sonucunda mı?
Sivrisineğin küçük adımlarıyla, yumurtaları için en uygun yeri aramasının zorluğunu daha iyi anlatabilmek için bir örnek verelim; kendinizi tepecikler, ağaçlar ve çukurlarla dolu bir alanda, bir yerlere ulaşmaya çalışırken bir düşünün, üstelik de hiç bir yardımcı aletiniz (araba, şemsiye vs.) olmadan, yürüyerek, sıcak güneşin altında... Ne kadar yorucu olacağını tahmin edersiniz.
Boyutunun küçüklüğünü düşündüğümüzde sivrisinek için de uygun bir yer bulmak böylesine zordur. Ama onun böyle bir arama yapacağı önceden bilindiği için, ihtiyacı da düşünülmüştür ve tetkiklerinde gerekli olacak en mükemmel sistemle donatılmıştır. İşte bu yüzden, yumurtalarını bırakacağı yeri kolaylıkla buluverir: Karnının altında bulunan bir alıcı sayesinde, toprağın nem ve sıcaklık bakımından yumurtalarını bırakmaya uygun olup olmadığını tespit eder. En uygun yeri bulabilmek için de toprağı santim santim, hiç yorulmadan tarar.
10 mm.'lik bir canlının toprağın nemini ve sıcaklığını ölçmesinin nasıl bir işlem olduğunu biraz düşünelim... Toprak ile ilgili bir araştırma yapmak oldukça zahmetli bir iştir. Toprağın neminin, yaşının, verimliliğinin ölçülmesi, içindeki minerallerin, madenlerinin tespit edilmesi, kısacası toprakla ilgili olup insanın işine yarayacak her şeyin belirlenmesi için bu işi için özel tasarlanmış aletlerden faydalanılır.
Ya dedektörler kullanılır, ya da toprağa sondaj yapılıp elde edilen numuneler laboratuvarlarda incelenir. Çünkü neyin, ne kadar derinlikte ve ne yoğunlukta bulunduğunu bilmeden yapılacak bir çalışmadan-örneğin bir kazıdan-sağlıklı bir sonuç elde etmek oldukça zordur. Yapılacak bir hata sonucunda, telafisi güç, emek, zaman ve para kaybı doğar.
Sivrisinek de kesin netice alabilmek için toprağı öncelikle tarar. Genel durumu hakkında bilgiler alır, bunları değerlendirir ve sonucuna göre karar verir. Burada tam donanımlı teknik bir aletten değil, yalnızca 10 mm. boyunda olan küçücük bir canlıdan bahsediyoruz… Karnının altındaki küçük alıcısıyla toprağı adımlayan ve tek düşüncesi yumurtalarına uygun bir yer bulmak olan sivrisinekten…
Buraya kadar anlatılanları kısaca tekrar gözden geçirerek, bunların nasıl ortaya çıkmış olabileceklerini düşünelim.
10 mm. büyüklüğünde bir canlı bilinçli bir arayış içindedir. Amacı yumurtalarının ve yumurtalardan çıkacak yavruların ihtiyaçlarını karşılayacak bir ortam bulmaktır. Bunun için oldukça zahmetli bir işe girer ve söz konusu yeri yürüyerek arar.
Burada ilk olarak üzerinde durulması gereken, sivrisineğin yumurtanın ihtiyaçlarını nereden bildiğidir.
Sivrisineğin ısı değişimi, nem oranı gibi kavramlardan haberi yoktur. Örneğin nemin, birim hacim topraktaki su miktarı olduğunu bilmez. Uygun nemin ve ısının yumurta içindeki enzim ve proteinleri harekete geçireceğinden de haberi yoktur. Proteinin ve enzimin ne demek olduğunu, ne işe yaradığını, hangi şartlarda bunların harekete geçerek yumurtanın gelişimini sağlayacağını sivrisineğin bildiğini, bu bilgi doğrultusunda ileriyi görerek hareket ettiğini düşünmek elbette akıl karı değildir. O halde sivrisinek neden uygun nem ve sıcaklığı aramaktadır?
Sivrisinek düşünme yeteneği olmayan, 1 cm. büyüklüğünde bir böcektir. Hiçbir eğitim almayan, zaten öğrenme yeteneği bile bulunmayan bu böcek hangi bilgi sayesinde, özel bir amaç doğrultusunda hareket eder?
İkinci önemli ayrıntı ise sivrisineğin araştırma yaparken kullandığı teknik donanımdır: Isı ve nemi en hassas biçimde ölçen ve en uygun yere doğuştan yerleştirilmiş bir organ.
Peki sivrisinek bu alete nasıl sahip oldu? Acaba yavrularının ihtiyaçlarını gözlemlerle ve deneylerle tespit eden sivrisinek, kendi vücuduna bir tür "dedektör" eklemeye mi karar verdi? Daha sonra bu karar doğrultusunda kendi vücudunda değişiklikler mi yaptı?
Yoksa "evrim süreci" içinde, bir gün tesadüfen, bir sivrisineğin vücuduna ısı ve nem ölçümü yapabileceği bir organ mı eklendi?
Bu son ihtimal her ne kadar insana garip ve mantıksız da gelse, temeli şuursuz tesadüflere dayanan evrim teorisinin görüşü budur. Teoriye göre bütün canlıların özellikleri, birbirinden bağımsız tesadüflerin yaptıkları değişimlerin, birbirlerine eklenmesiyle ortaya çıkmıştır.
Oysa üstteki soruların yanında, bu tesadüf açıklamasını geçersiz kılan yüzlerce soru vardır. Öncelikle eğer organ tesadüfen ortaya çıktıysa, sivrisinek bu organı hangi amaç için, ne şekilde kullanacağını nasıl öğrenmiştir? Eğer bu organ tesadüfen oluştuysa, bunun bir kerede olması gerekir. Tam çalışmayan ya da eksik ölçüm yapan -örneğin yalnızca nemi veya yalnızca ısıyı ölçen- bir organ işe yaramaz. İşe yaramayan bir organın muhafaza edilmesinin, evrim teorisinin kendi mantığı içinde bile anlamı yoktur.
Sivrisineğin kendi vücuduna özel bir tarayıcı yerleştiremeyeceği, bu tarayıcının hangi amaç uğruna ve nasıl kullanılacağını içeren bilgilerini bir sonraki nesle aktaramayacağı da açıktır.
Ortada kusursuz bir uyum vardır ve tesadüflerin hiçbir şekilde böyle bir uyum yaratamayacağı ortadadır. Kaldı ki bu uyum yalnızca sivrisineğin hayatında değil, bütün canlılarda ve doğanın her köşesinde görülür.

Sineklerin Özellikleri


Sinek en kaygan zeminlerde bile rahatlıkla dolaşabilir, evlerin tavanlarında saatlerce asılı durabilir. Ayakları, camlara, duvarlara veya tavanlara konmak için bir dağcıdan daha donanımlıdır. Eğer içeri çekilebilen pençeleri tutunmaya yetmezse, ayağının ucundaki vantuzlar onu zemine iyice yapıştırır. Bu vantuzların tutuş özelliği, salgılanan özel bir sıvı ile arttırılmıştır.
Bir karasineğin uçuşu, son derece kompleks bir iştir. Sinek önce, yön belirlemeye yarayan organlarını büyük bir titizlikle gözden geçirir. Daha sonra, ön tarafındaki denge organlarını ayarlayarak uçuş pozisyonunu alır. Son olarak, duyargalarının ucundaki alıcılar sayesinde, rüzgarın şiddeti ve yönüne göre kalkış açısını saptar. Ve nihayet havalanır. Ama tüm bunlar saniyenin yüzde biri kadar bir zaman sürmüştür. Uçuşa geçer geçmez kısa bir sürede hızlanabilir ve giderek saatte 10 kilometre gibi bir hıza ulaşabilir...
Onun için rahatlıkla "akrobatik uçuş ustası" tanımı kullanılabilir. Havada olağanüstü zig zaglar çizerek uçabilir.
Beklenmedik, ani ve sert dönüşler yapabilir. Bulunduğu noktadan dikey olarak bile havalanabilir... Ne kadar elverişsiz ve kaygan olursa olsun, her türlü yüzeye rahatlıkla konabilir.
Bu müthiş uçucunun bir başka gösterisi, evlerin tavanına konabilmesidir... Yerçekimi gereği tavanda duramaması ve yere düşmesi gerekir... Ama bu imkansızı gerçekleştirebilmesi için özel sistemlerle yaratılmıştır. Bacaklarının uç kısımlarında çok küçük vantuzlar vardır. Dahası bu vantuzlar belli bir yüzeyle temas ettiklerinde yapışkan bir sıvı salgılar. İşte bu yapışkan sıvı sayesinde karasinek tavana asılı kalabilir. Tavana doğru yaklaştığında bacaklarını öne doğru uzatır ve tavana dokunduğunu hissettiği anda, geldiği yönün tam aksine doğru bir takla atarak tavan yüzeyine karınüstü tutunur... Karasinek iki kanada sahiptir. Bir bölümü vücudun içine gömülü olan bu kanatlar, sinirlere bölünmüş çok ince bir zardan oluşur ve birbirinden bağımsız hareket edebilir.
Ancak uçuş halinde, tıpkı tek kanatlı uçaklarda olduğu gibi, tek bir eksen üzerinde gidip gelirler. Bu kanatların hareketini sağlayan kaslar, sinek uçmaya başladığında kasılır, inişe geçtiğinde gevşer. Uçuşa başlarken sinirlerin denetlediği bu kas ve kanat hareketleri, bir süre sonra otomatik hale gelir.
Kanatların yüzeyinde ve başın arka kısmında bulunan dokunma organları, uçuş ile ilgili bilgileri anında beyine ulaştırır.
Sinek, uçuş halindeyken yeni bir hava akımıyla karşılaşırsa, bu dokunma organları hemen beyne gerekli sinyalleri gönderir. Kaslar da beyinden gelen sinyallere göre kanatları bu yeni duruma uygun biçimde çalıştrmaya başlar. Sinek bu organları sayesinde, kendisine karşı kalkan bir sinekliğin havada oluşturduğu fazladan rüzgarı hemen algılar ve çoğu kez uçup kurtulur. Karasinek, kanatlarını bir saniyede yüzlerce defa çırpabilir. Bu hareket için, dinlenme sırasında harcadığı enerjinin yaklaşık yüz katı bir enerji harcar. Bu açıdan oldukça güçlü bir yaratıktır. Çünkü insan metabolizması normal temposuna oranla en fazla 10 kat daha enerji harcayabilir. Üstelik insan böyle yoğun bir enerji tüketimini en fazla bir kaç dakika sürdürebilir. Oysa karasinek kanatlarını bu ritimle tam yarım saat boyunca çırpabilir ve bu tempoda bir kilometreden fazla mesafe katedebilir.
Karasineğin gözü ommatid adı verilen yaklaşık 6000 küçük gözden oluşur. Her ommatidin yüzü farklı bir yöne dönük olduğu için, sinek önünü arkasını, her iki yanını, üstünü ve altını görebilir. Yani 360 derecelik bir açıyla çevresini algılayabilir. Her ommatide 8 duyu hücresi bağlıdır. Gözdeki toplam duyu hücresi sayısı ise 48.000 kadardır. Bu sayede sineğin gözü saniyede 100 görüntü alabilir

Sinekler duvarda nasıl yürüyor


Sinekler ayaklarındaki yapışkan sıvı ile yüzeye tutunuyor. Yapışmayı önlemek için ise, kıllarıyla silerek ayaklarını temizliyorlar.Örümcek Adam gibi duvarda yürümek şimdilik hayvanlara mahsus bir özellik. Duvarda yürümek için ayakların yüzeye yapışması, vücut ağırlığının dengede olması gerekiyor. Sineklerin tüm ayakları yüzeye yapışabiliyor. Sineğin ayağını yüzeye yapışmasını kıllar sağlıyor. Bu kıllar şeker ve yağdan oluşan bir yapışkan madde üretiyor.Almanya’nın önde gelen araştırma kurumu Max Planck Institute, 300’den fazla duvarda yürüyebilen böcek ve sinek türünü inceledi. Bu türlerin tümü de arkalarında bu yapışkan sıvıdan oluşan bir ‘ayak izi’ bırakıyor. Araştırmayı yürüten Stanislav Gorb, yeryüzünde bu özelliğe sahip 1 milyondan fazla böcek türü olduğunu ve çoğunluğunun bu yapışkan sıvı sayesinde duvarda yürümeyi başardığını tahmin ediyor. YÜZEYE YAPIŞIP KALMIYORLARSinekler ayaklarındaki yapışkanlı sıvıyla duvara tutunarak yürüyor. Ayaklarındaki sıvının yanı sıra minik pençeleri de duvarda yapışıp kalmalarını önlüyor. Sinekler yapışıp kalmamak için itmek, ayaklarını döndürmek, kıllarını sıvamak gibi çeşitli teknikler kullanıyor. Ayak kılları ve yapışkan sıvı sinekleri yerçekimine karşı koyarak duvarda yürümelerini sağlıyor.SİNEĞİN İNSANA ÖĞRETTİĞİİnsanların sineğin doğasından nasıl yararlanabileceğine gelince, gelecekte üretilecek robotların benzer bir teknolojiyle duvarda yürümesi sağlanabilir. Halen ABD’de Case Western Reserve Üniversitesi uzmanları da Gorb ve ekibinin bulgularından yararlanarak duvarda yürüyebilen bir robot geliştiriyor. Bu robotun da ayaklarında kıllı doku ve yapışkan sıvı bulunuyor.Not: Gorb araştırmasını Society for Experimental Biology’nin yıllık konferansında sundu

Sinek Larvası



Sinek larvası diyince bir çoğumuzun aklına eminim hijyenin bulunmadığı, mikrop yayabilecek canlılar olarak geliyordur. Ancak sandığımız gibi değil, sinek larvaları dünyada tıp bilim dalında; yaraları iyileştirici, ölü dokuları yokedip derinin eski haline getirmeleri, yaralardaki hastalıklı dokuları iyileştirmelerine kadar bir çok faydaları bulunmaktadır. Aslında sinek larvalarının faydaları saymakla bitmez, özellikle doğada ölmüş bir canlının leşini yiyerek bir çok salgın hastalığın yayılmasını önlüyorlar. Sinek larvalarının oluşması sineğin yumurtalarını ölmüş bir canlının üzerine bırakmasıyla başlar, sinek yumurtalarını bıraktıktan sonra 1-2 gün içersinde bu larvalar oluşmaya başlar ve ölü, leş haline gelmiş eti tamamı bitinceye kadar Sinek Larvasıdurmaksızın yerler. Böylece ölü bir canlının leşinden oluşabilecek herhangi bir salgın hastalık tamamen yokolur, nekadar önemli bir olay değilmi? Bu larvaların olta balıkçılığında kullanılmasına gelelim şimdide; bu larvalar hem deniz hemde tatlı balıkçılığında çok iyi birer yem olmaktadır, görüntüsü beyaz, bildiğimiz kurt şeklindedir balıkların hemen ilgisini çeker. Peki bu larvaları nerden bulacağız, nasıl üreteceğiz?; Larva üretmek çok kolaydır, özellikle yaz aylarında sineklerin heryerde çoğalmasıyla larva üretimi dahada kolaylaşmaktadır. Larva üretimi bir yengeçle kolayca yapılmaktadır, avuç içi büyüklüğündeki yengeçi güneşin dik geldiği ve sineklerin görebileceği, kokosunu alabileceği bir yere koyun. Susuz kalan yengeç kısa bir süre sonra ölecek ve hafif koku yaymaya başlayacaktır, bu kokuyu duyan sinekler hemen yengeçin etrafına üşüşür ve yumurtalarını yengecin uygun buldukları bir yere bırakarak ilk adımı tamamlarlar (sineklerin yumurtalarını bırakmaları aynı Sinek Larvagün içinde gerçekleşmektedir) yumurtalar bırakıldıktan 1-2 gün sonra larvalar oluşmaya başlar ve yengeçin iç organlarını yemeye başlarlar, ikinci günün sonunda yengeçin kabuğu altındaki etin büyük kısmı biter ve larvalar olgunluklarına erişir, lavaları dışarıdan bakıldığında göremezsiniz larvaları yengeci kaldırdığınızda yada içini açtığınızda görebilirsiniz, o nedenle yengeci bir gazete kağıdı içine koyup veya karanlık bir siyah torbanın içine koymanız daha doğru olur.
Muhafaza Edilişi
Larvanın muhafaza edilmesinin tek yolu, sıcak, nemsiz, gazete kağıdı, karton yada torba içinde saklamaktır. Kısacası üredikleri ortamdan uzaklaştırmadan kullanıp ve muhafaza etmek en iyisidir.